Çoğunlukla bir varmış bir yokmuş diye başlayan dünyanın her yerinde kendine bir dinleyici kitlesi bulan masallar, bizleri çocukluğumuza götürmeyi başarıyor. Her birimizin kimi zaman okuduğu, kimi zaman ise heyecanla dinlediği bu eğlenceli edebiyat türleri nesilden nesile statüsünü koruyarak aktarılmaya devam ediyor. Hayatımızın bazı kısımlarında ve sıkıştığımız anlarda bizlere yardımcı olan masallar, zor durumlarda hemen devreye giriyor ve bizleri kurtarmaya yetiyor. Yediden yetmişe herkese türlü dersler veren masallar içeriğimizi en bilindik ve sevilen masallar oluşturuyor. Tüm bu masallar, herkesin kendisine en iyi gelecek dersi çıkartmasını bekliyor. Ayrıntılı ve farklı yaşlarda okununca çeşitli politik anlamlar bile çıkarılabilen masallar, yetişkinlikte okunulunca daha farklı hazlar veriyor. Çocukluğunuza ufak bir yolculuk yapmanızı öneriyor ve keyifli okumalar diliyoruz.
1. Şehirli Fare ile Köylü Fare
Biri kadın diğeri ise erkek olan iki yazar tarafından yazılmış “Şehirli Fare ile Köylü Fare” kitabı, masal deyince aklımıza ilk gelenlerden birini oluşturuyor. Andrea Petrlik Huseinović ve Kašmir Huseinović bu masalı yazarken aslında yalnızca çocuklara değil, herkese hitap eden bir dili kullanmayı seçiyor. Metin oldukça yalın, sade ve anlaşılır ilerliyor. Fareler Diyarında geçen masal, iki yakın dost olan farenin birbirlerine misafirliğe gitmesiyle başlıyor. Önce şehirli fare, köylü farenin tarlanın ortasındaki evine gidiyor ve biraz vakit geçirdikten sonra buranın kendisine göre olmadığını belirtip, arkadaşını şehirdeki evine davet ediyor. Birkaç gün sonra tarla faresi büyük bir merakla arkadaşının öve öve bitiremediği şehirdeki evine konuk oluyor. İlk önce gözüne hitap eden bu yerde bir anda panik hâkim oluyor ve ansızın bir kedi çıkıp fareleri korkutuyor. Masalın sonu köy faresinin, güvenliğim her şeyden önemlidir demesiyle son buluyor.
2. Altın Yumurtlayan Tavuk
Yediden yetmişe herkese türlü dersler veren masallar listemizin ikinci sırasında bilindik masallardan biri yer alıyor. En önemli masal yazarlarından biri olan La Fontaine’in seçme eserleri arasında başı “Altın Yumurtlayan Tavuk” çekiyor. Hepimizin çocukken okuyup tembel çiftçiye kızdığı masalın ana karakterini, her gün bir tane altın yumurta yumurtlayan tavuk oluşturuyor. Eskiden canla başla çalışan çiftçi, şans eseri bir gün aldığı bir tavuğun altın yumurtladığını görünce işlerini yapmaktan vazgeçiyor ve bu yumurtaları satarak para kazanmaya başlıyor. Belli bir zaman sonra elindeki para yetersiz kalınca da bu mucize tavuğun içinde büyük bir hazine olabileceğini düşünerek tavuğu kesiyor. Ancak gördükleri karşısında şaşkınlığa uğruyor. İçi normal bir tavuktan farksız olan hayvanın hazineyle uzaktan yakından ilgisi olmamasıyla yüzleşiyor. Acıyla feryat eden üzgün çiftçi, hem her gün geçimini sağlamasına yardımcı olan altın yumurtalardan hem de bakıp yetiştirdiği sağlıklı tavuğundan oluyor.
3. Bremen Mızıkacıları
Grimm’den Masallar olarak bildiğimiz derlemeler içinde yer alan bu masalın yazarlarını Wilhelm ve Jacob Grimm yazıyor. Başarılı animasyonlara da sahip olan masal Almanya’nın sanayi şehri Bremen’de geçiyor. Masalımızın baş aktörlerini dört sevimli ve cesur hayvan oluşturuyor. Masal metni; sürekli kötü muamele gören bir eşek, yaşlı bir bekçi köpeği, ölümden son anda yırtmış bir ev kedisi ve yenmek üzere olan bir horozun hayallerle dolu müzik serüvenine odaklanıyor. Bremen’e doğru yol alan bu muhteşem dörtlü, geceyi geçirmek için buldukları bir ışığa doğru gidiyor ve içerdeki haydutları tek bir vücut olarak hem sesleri hem de darbeleriyle korkutup kaçırıyor. Güzel bir ziyafet çeken hayvanlar daha sonra ise ele geçirdikleri bu evde derin bir uykuya dalıyor. Saatler sonra eve giren haydutlar yeniden içeri girmeye çalışıyor ancak bu sefer daha korkutucu bir muameleyle karşılaşıyorlar. İçeride bir cadı, bir hortlak, bir hayalet ve korkutucu bir canavar olduğuna kendilerini inandırıp var güçleriyle kaçıyorlar. Bizim “Bremen Mızıkacıları” da bu evde hayatlarını sürdürmeye devam edip kaçan haydutların arkasından şarkı söylüyor.
4. Tavşan ve Kaplumbağa
Ezop tarafından yazılan “Tavşan ve Kaplumbağa” masalı bizlere her zaman da ve her nesil de hitap etmeyi başarıyor. Bu tanıdık masalımız, bir varmış bir yokmuş diye başlıyor. Kendisine ve çevikliğine oldukça güvenen tavşan, kimsenin ona meydan okuyamayacağını ve onla yarış yapmaya bile cesaret edemeyeceğini söyleyip ormanda geziniyor. Tecrübeli bir kaplumbağanın tavşanla birlikte bir yarış yapmak istemesi, tüm ormanda yankılanan bir haber haline geliyor ve tavşan bu meydan okumayı gülerek kabul ediyor. Yarış günü gelip çatıyor. Başlama zili çaldığı an tavşan yerinden zıplayıp parkurun yarısını bitiriyor ancak kaplumbağanın daha ilk adımını yeni attığını görüyor. Bundan cesaretle gölgede biraz şekerleme yapan tavşan, akşama doğru uyanınca kaplumbağanın sınırı geçmekte olduğunu fark ediyor. O zaman, hızın tek başına hiçbir anlamının olmadığını ve fazla özgüveninin kendini nasıl yarı yolda bıraktığını anlayarak üzülüyor.
5. Pinokyo
Dünyanın klasik masalları arasına giren “Pinokyo’yu” günümüzden yıllar önce Carlo Collodi kaleme alıyor. Filmlerle kütleşmiş olan bu eser içerisinde büyük bir mesaja yer veriyor. Çocukluğumuzdan beri çok sevilen karakter olan Pinokyo’nun başından geçenler kimi zaman bizi sevindiriyor kimi zaman ise epey üzüyor. Geppetto ustanın yarattığı tahta kukla çocuk, artık gerçek bir çocuk gibi oluyor ve usta onu çok seviyor. Kendi paltosunu satarak onu okula gönderiyor. Ancak Pinokyo, bu parayla bir sirk çadırına girip orada okul harçlığını harcıyor. Sürekli tahtadan değil de etten bir çocuk olmak için serüvenlere atılıyor ve her seferinde kendini pişman bir halde buluyor. Yalan söyleyince tahtadan burnu upuzun oluyor,bu yüzden de hep doğruyu söylemek zorunda kalıyor. Bazen bir sirkte eşekkulaklarıyla, bazense bir balinanın ağzında dalgalarla boğuşan Pinokyo en sonunda sevgili babasına kavuşuyor. O günden sonra kukla çocuk, çok iyi bir evlat ve öğrenci oluyor. Geppetto ise oğlunu ödüllendirmek için ona istediği çocuk bedenini veriyor. Baba ve oğul sonsuza dek mutlu yaşamlarını sürdürüyor.
6. Küçük Kibritçi Kız
Hüzünlü hikâyesiyle bir masaldan oldukça farklı ambiyansa sahip kitabı, ünlü yazar Hans Christian Andersen yazıyor. Hepimizin çocukken sonuna dek gözlerinin yaşardığı ve kollarımızın arasına alıp sarmak istediğimiz “Küçük Kibritçi Kız”, masalın ana kahramanını oluşturuyor. Karla kaplı bir yılbaşı gecesinde yalın ayak sokakta kalan kibritçi kızın, satamadığı kibritleri yüzünden sokakta sağa sola savrulmasıyla başlıyor metin. Korkudan eve gidemeyen küçük kız, tüm sokağı sarmış enfes yemek kokularıyla boğuluyor ve ışıkları yanan evleri usulca seyrediyor. Cebindeki kibritleri art arda yakarak ısınmaya çalışıyor. Kibritin küçük alevinde zengin bir sofra ve sıcak bir aile yuvası hayal ediyor. Büyükannesini alev ışığında görüyor ve birden her şey kaybolup beyaz ışığa doğru evriliyor. Sabah karlı caddeden geçenler, ufak bir kız çocuğu bedenini ısınmaya çalışırken bembeyaz olmuş kaskatı halde buluyor ve kısa bir süre onu izledikten sonra kıza acıyarak hayatlarına devam ediyor.
7. Ağustos Böceği ile Karınca
Ezop’un yazdığı başka bir ünlü masal olan “Ağustos Böceği ile Karınca” metni listemizin yedinci sırasında kendine yer buluyor. Hepimizin dinlerken büyüdüğü masalların en bilineni olma özelliğini taşıyor. Fabl türünde olan bu masal, isimden de anlaşılacağı üzere iki hayvanın serüvenleriyle ilerliyor. Yaz akşamlarının hepsini aylak aylak şarkılar mırıldanıp saz çalarak geçiren ağustos böceği ve tüm yaz aralıksız çalışan karınca masalın temelini oluşturuyor. Kış gelip çattığında ağustos böceğinin açlıktan karnı gurulduyor ve tüm yaz çalışan karıncanın kapısını mahcup bir şekilde çalıp ondan yardım istiyor. Ancak karınca ağustos böceğinin bu haline sinirleniyor ve ona yemek veremeyeceğini, saz çalıp şarkı söylemesinin hatırına şimdi de göbek atıp oynaması gerektiğini vurguluyor ve kapıyı suratına kapatıyor. Ağustos böceği kendine kızarak uğuldayan karnıyla birlikte karıncanın evinden uzaklaşıyor.
8. Fareli Köyün Kavalcısı
Andersen’in bize anlattığı masallardan belki de en ünlüsünü oluşturuyor “Fareli Köyün Kavalcısı”. Animasyonlarda yer almış, hatta çoğu zaman farklı filmlerin içine konuk olmuş masalın öyküsünü kaval çalan bir gencin müziği ilerletiyor. Kendi halinde mutlu mesut yaşayan köyü bir gün ansızın fareler basıyor. Farelerin namını duyan bir kavalcı köye geliyor ve bir kese altın karşılığında köyü farelerden arındıracağını söylüyor. Sözünü tutarak ve kavalını çalarak tüm fareleri derede boğuyor. Ancak kavalcı ödülü olan altına kavuşamıyor ve aklına bunun intikamını almak için ürkütücü bir fikir geliyor. Çalgıcı, kavalından çıkan eşsiz namelerle tüm çocukları köyden uzaklara götürüyor. Köy halkı çocuklarının kaçırıldığını görünce muhtara isyan etmeye başlıyor ve kavalcının kavalını gizlice kapan bir çocuk, kavalı çalıp arkadaşlarını köye götürmeyi başarıyor. Aynı zamanda bu masalın Çocuk Haçlı Seferleri’ne benzerliği politik tartışmalarda yer alıyor.
9. Parmak Çocuk
Grimm kardeşlerin masallardan birini de “Parmak Çocuk” oluşturuyor. Köylü bir çiftin yıllarca çocuğu olmadığı için yana yakıla ufacık dahi olsa bir bebeklerinin olmasını istemesiyle başlıyor masal. Sonra bu çiftin mini minnacık, parmak kadar bir çocukları oluyor. Doğduğundan beri hiç büyümeyen bu çocuğun aklı ve zekâsı ise çok fazla gelişiyor ve becerisiyle herkesten takdir topluyor. Babasının yanına ormana giden parmak çocuğu, iki yabancı şans getireceğine inanarak satın alıyor. Ancak çocuk onlardan kaçmayı başarıyor ve fare deliklerinde, salyangoz kabuklarında saklanarak yaşamını sürdürüyor. Yolda karşılaştığı iki hırsızın yapacaklarına engel olmak için onlarla bir eve giriyor, ancak ertesi sabah kendisini geviş getiren bir ineğin ağzında buluyor. Daha birçok serüvene katılan parmak çocuk, küçük boyu ve kendisinden çıktığına inanılmayacak cesur sesiyle en sonunda anne ve babasının yanına varıyor. Onu kucaklayan ailesi çocuğun başından geçenleri dinlerken bir daha onu asla kimseye vermeyeceklerini belirtiyor.
10. Sihirli Fasulyeler
Yediden yetmişe herkese türlü dersler veren masallar listemizin son sırasında Benjamin Tabart’ın yazdığı ünlü bir İngiliz masalı yer alıyor. Masalda, yoksul bir kadın ve oğlu zar zor geçinerek yaşamaya çalışıyor. Bir gün ellerinde avuçlarında yiyecek kalmayınca annesi oğluna ellerinde kalan son ineklerini vererek pazarda ineği satmasını tembihliyor. Pazar yolunda ihtiyar bir adamla karşılaşan çocuk, beş sihirli fasulye tanesiyle ineği değiş tokuş ediyor. Ancak annesi fasulyeleri görünce deliye dönüyor ve eline alıp uzağa bir yere fasulyeleri fırlatıyor. Birkaç saat sonra dev bir ağaç fasulyelerin atıldığı yerde büyüyor ve çocuk heyecanla ağaca tırmanıp kendisini çocukları yemeyi çok seven bir dev diyarında buluyor. Dev diyarında yolu zengin bir devin evine düşüyor. Küçük çocuğa yamyam devin iyi karısı sahip çıkıyor ve çocuğu burada ağırlıyor. Altınlara, güzel bir arpe ve altın yumurta veren bir tavuğa sahip olan bu evden, küçük çocuk her gün gizlice bir şeyler kaçırıp sırıktan aşağı annesine taşıyor. İlerleyen günlerde tam yakalanacakken tüm malzemeleri alıp sırıktan aşağı inen çocuğu, dev de takip ediyor. Ancak anne ve çocuk bir baltayla fasulye sırığını kesiyor ve hayatlarına mutlu bir şekilde devam ediyor. Dev sırıktan düştüğü için ölüp gidiyor. İneğin yerine gelen “Sihirli Fasulye Taneleri”, yoksul anne ve çocuğa büyük bir zenginlik sağlamış oluyor.