Türk Edebiyatında İz Bırakmış Şiirlerin Hikâyeleri

Şiir, dilin estetiğinden ve ritmik özellerinden faydalanan özlü bir anlatım türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Tanzimat edebiyatının usta kalemlerinden R. Mahmut Ekrem: “Zerrattan şumûsa kadar her güzel şey şiirdir.” diyerek şiirin konusunu güzellik şartıyla genişletmek istemiştir. Yoğun anlatımı ve duyguları harekete geçiren bir tür olmasının yanında hikâyeleriyle de okuyucusunu etkilemiştir. Kimi zaman vuslat, kimi zaman ölüm kimi zaman da sevgiliye kavuşma vb. hikâyelerle şiirler kaleme alınmaya devam edecektir. Bu içeriğimizde sizlere Türk edebiyatında iz bırakmış bazı şiirlerin hikâyeleri hakkında bilgiler vermeye çalıştık. Keyifli okumalar!

1. Bir Destanın Öyküsü

Türk Edebiyatında İz Bırakmış Şiirlerin Hikâyeleri

Türk şiirinin önemli isimlerinden Nazım Hikmet’in yazdığı Kurtuluş Savaşı Destanı adlı şiirin hikâyesi çok önemlidir. 1937 yılında Nazım, bir evde İspanya’da yaşanan iç savaşı anlatan şiir okurken çok duygulanır ve şiirdeki halkın isyanından çok etkilenir. Ali Fuat Cebesoy’un da diretmeleriyle 1940 yılında Çankırı Cezaevi’nde bu şiire başlayan şair, 1941 yılında Bursa Cezaevi’nde şiirin ilk taslağını bitirir. Hapisten çıktıktan sonra rahatça dolaşamadığı için Melih Cevdet ona belgeler ve evraklar getirmeye devam eder. Böylece destana eklemeler yapan Nazım Hikmet, bu destanı 1950 yılında bitirir. Nazım, savaşın geçtiği yerleri göremeden bu şiiri kaleme almıştır. Eserin eski harflerle adı “Cumhuriyet Destanı” olarak nitelendirilmiştir. Nazım Hikmet, yurtdışına gittikten sonra eserleri yayımlanmıştır fakat ölümünden sonra ancak bazı dergilerde destanın önemli kısımlarından parçalar yer almıştır. Belgelere dayandırılarak kaleme alınan bu eser dokuz başlıktan oluşmaktadır; dönemin sosyoekonomik koşulları ve ruhunu yansıtmaktadır.

2. Pia Şirinin Öyküsü

Türk Edebiyatında İz Bırakmış Şiirlerin Hikâyeleri

Türk edebiyatında şiirlerin hikâyeleri arasında iz bırakmış bir şiir vardır: Attila İlhan’ın yazdığı Pia… Attila İlhan, Kadıköy’de sahilde oturduğu sırada bir aracın yaklaştığını fark eder. Pakistan havayollarına ait bir aracın üzerinde “Pakistan İnternational Airlines” ifadesi yazmaktadır. Attila İlhan, kelimelerin baş harflerini birleştirir ve ortaya şu kelime çıkar: PİA. Pia, meçhul bir kadındır aslında. Şairin yüzünü bilmediği, geçmişinin olmadığı, nereden gelip nereye gittiğini bilmediği bir kadındır. Şiirin en başında şair “Ne olur, kim olduğunu bilsem Pia’nın, ellerini bir tutsam ölsem” diyerek tanımadığı bir kadına meftun olduğunu ifade eder. Pia, imkânsız aşklar kadınıdır ve Attila İlhan, herkesin Pia’sını bulması gerektiğini söyleyip da bu sevda yolculuğuna herkesi davet etmektedir. Pia şiiri, aşkı arayan herkesin beğenerek okuduğu ve hikâyesiyle ilginç bir şiir olarak yaşamaya devam etmektedir.

3. Yolun Yarısında Bir Şair

Türk Edebiyatında İz Bırakmış Şiirlerin Hikâyeleri

Cumhuriyet döneminin önemli şairlerinden Cahit Sıtkı Tarancı, hiçbir gruba mensup olmadan şiirler kaleme almıştır. Otuz Beş Yaş şiiri, edebiyatımızda ölüm temasını derinden ele alan bir eserdir. Şiir, otuz beş yaşında sürgünlük yaşayan Dante ve onun ünlü eseri İlahi Komedya’ya ithaf edilmiştir. Zira bu yaş, insanların endişelenmesine, hayat yolunun yarısına gelindiğine ve bundan sonraki karşılaşılacak durumları anlatan bir zamandır. Dante, ”Hayat yolculuğumuzun ortasında kendimi karanlık bir ormanda buldum.” derken Cahit Sıtkı ise, “Dante gibi ortasındayız ömrün” ifadesini ona karşılık olarak kullanmıştır. Cahit Sıtkı, bu eserini otuz altı yaşındayken yayımlamıştır ve ölümden, ölüm fikrinden hoşlanmayan bir kişidir. 1954 yılında kısmi felç geçirdikten sonra 1956’da vefat etmiştir. Otuz Beş Yaş şiiri, hikâyesiyle Türk şiirinin önemli şiirlerinden birisi olarak okunmaya ve değer görmeye devam etmektedir.

4. Orhan Veli’nin Meyhanesindeki Şiir

Türk Edebiyatında İz Bırakmış Şiirlerin Hikâyeleri

İz bırakmış şiirlerin hikâyeleri içerisinde Türk edebiyatında en önemli eserleri edebiyatımıza kazandıran şairlerden birisi de Orhan Veli Kanık’tır. Garip şiirinin önemli şairi Orhan Veli, İstanbul ile özdeşleşmiş bir şairdir. Şair, asıl adı Hoşgör olan ve Derviş isimli birisinin işlettiği meyhaneye Çat Çat adını vermiştir. Bir balıkçı meyhanesidir ve Orhan Veli her gün bu meyhaneye gitmektedir. Orada Mualla Abla adında bir kadın vardır ve söylentilere göre de Orhan Veli’yi içten içe sevmektedir. Özellikle Dedikodu adlı şiiri ve İstanbul’u Dinliyorum şiirlerini burada yazmıştır. Dedikodu şiirinde şair, aslında ona karşı yapılan dedikodulara bir sitem duymaktadır ve bu istem ve eleştiriyi kaleme almıştır. Şiirde adı anılan Süheyla, Melahat, Eleni ve Mualla isimleri dönemin İstanbul’unda yaşayan etnik kökenleri farklı olan insanlar olduğu düşünülmektedir. Sezen Aksu’nun bestelediği ve Levent Yüksel’in seslendirdiği bu şiir, şarkı olarak da dinleyenlerin beğenisine sunulmuştur.

5. Cemal Süreya’nın Üvercinka’sı

Türk Edebiyatında İz Bırakmış Şiirlerin Hikâyeleri

Cemal Süreya, Türk şiirinde önemli yere sahip olan entelektüel bir ustadır. Sürgün yıllarında erken yaşta annesini kaybetmesinin yarattığı şefkat duygusunu aşkta aramaya çalışmıştır. İlk eşi Seniha’nın hamile olduğu zamanlarda Eskişehir Vergi Dairesi’nde stajyer olarak çalışan Süreya, Üvercinka adını verdiği kadın ile tanışır ve ilişkileri başlar. Seniha ile olan ilişkisinde aralarında eğitim farkı ve ekonomik sorunlar onu giderek Üvercinka’ya yaklaştırmıştır. Çocuk doğduktan sonra ayrılma kararı alan Cemal Süreya ve Üvercinka, buna pek de uymamışlar, ara ara buluşup görüşmeye devam etmişlerdir. Üvercinka, matematik alanında kariyer sahibi olmak istemektedir ve bir süre sonra evlenir böylece Cemal ile yolları ayrılır. İlerleyen yıllarda kitaba da bu ismi veren Cemal Süreya’nın hayatında Üvercinka, bir sır olarak yaşayarak devam etmiştir. Cemal Süreya’nın soyadındaki Y harfinin, bu aşktan kaynaklanan bir iddia sonucu düştüğü de söylenmektedir.

6. Lavinia Şiirinin Öyküsü

Türk Edebiyatında İz Bırakmış Şiirlerin Hikâyeleri

Lavinia şiiri, Türk edebiyatının önemli şairlerinden Özdemir Asaf’ın en çok sevilen şiirinden birisidir. Platonik bir aşkın ürünü olarak karşımıza çıkan şiirdeki Lavinia kelimesi, zarif bir çiçek, ölüm çiçeği ve hayallerdeki muhteşem sevgili demektir. Ayrıca Shakespeare’in yazdığı Titus Andronicus adlı oyunda komutan Titus’un bahtsız kızıdır. Şiirde adı sır gibi saklanan bu güzel kadının adı Mevhibe’dir. Mevhibe ile Asaf arasında bir ilişki yoktur zira Mevhibe Hanım, başka birisini sevmektedir. Resim ve şiirle ilgilenen Mevhibe, sanat dünyasına yakındır ve edebiyat ile iç içedir. Özdemir Asaf ile Oktay Akbal yakın dosttur ve ikisi de Mevhibe’ye meftundur. Oktay Akbal ise ona Hisya adını vermiştir. Üniversite yıllarında Lavinia şiirini kaleme alan Özdemir Asaf, bu şiir ile şiir yarışmasında birincilik elde etmiştir. Hiç başlamadan biten bu aşk hikâyesinde Asaf, sevdiği kadının adını sır gibi saklamış, birçok şiirinde yine aynı kadını aramaya çalışmıştır.

7. Aldırma Gönül Şiirinin Öyküsü

Türk Edebiyatında İz Bırakmış Şiirlerin Hikâyeleri

Türk edebiyatında roman ve hikâyeleriyle bildiğimiz Sabahattin Ali’nin şiirleri de dikkati çekmektedir. Atatürk’e hakaretten dolayı Sinop Cezaevi’ndeyken kaleme aldığı bu şiirde Ali, yaşadığı haksızlıklara aldırış etmeden yaşayan bir yazar değildir. Şiir, protesto anlayışıyla kaleme alınmıştır; toplumsal içerikli yapısı olduğu gibi muhalif görüşü de temsil eden bir şiirdir. Şiir ilerleyen yıllarda protest şarkı anlayışıyla ve hicaz makamında bestelenmiş ve şarkı halinde söylenmeye devam etmiştir. Beş dörtlükten meydana gelen bu şiirde Ali, cezaevinin duvarlarına değen azgın dalgaları ve mahpushane şartlarını ele almıştır. Aldırma Gönül ifadesi ile yazar, mahpushaneye düşmeden önceki yıldırma ve baskı politikalarına karşı durarak ölürse tenlerin öleceğini fikirlerin ölmeyeceğini ortaya koymak istemiştir. 70’li yıllardan beri solcu ve devrimci hareketin öncü şiiri ve şarkısı olmaya devam etmektedir.

8. Sessiz Akan Geminin Öyküsü

Türk Edebiyatında İz Bırakmış Şiirlerin Hikâyeleri

Türk şiirinde, Doğu Batı sentezinin temelinde Yahya Kemal Beyatlı yer almaktadır. Sessiz Gemi şiiri, sessiz bir gidişi ve imkânsız aşkı anlatan bir şiirdir. Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım, güzelliği ile çok beğenilen bir kadındır; resim ve şiir ile yakından ilgilenmektedir. Nazım Hikmet ise, Yahya Kemal’den şiir dersleri alan bir öğrencidir ve hocası sık sık evlerine gelmektedir. Celile Hanım’ın evliliği mutsuz gitmektedir ve tam da o sıralarda Yahya Kemal ile tanışmıştır. Dersler bittikten sonra yapılan sohbetlerde ikili arasındaki yakınlık giderek artmış ve aşka dönüşmeye başlamıştır. Yahya Kemal’in öğretmenlik yaptığı Bahriye Mektebi’nde duyulan aşk dedikodusu üzerine şairin bir süre derslere gelmediği de söylenmektedir. Bunu duyan Nazım Hikmet ise tarihe not olarak düşecek şu cümleleri kurmuştur: “Hocam olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremezsiniz.” Bunun üzerine şair Yahya Kemal bu ilişkide geri çekilmiş, evlilikten uzak durmuştur. Sirkeci’de vedalaştıktan sonra sessizce giden geminin içerisinde başlayan şiirin hikâyesinde bir ayrılık havası hâkimdir.

9. Ya Evde Yoksan Şiirinin Öyküsü

Türk Edebiyatında İz Bırakmış Şiirlerin Hikâyeleri

Cemal Safi, şiirleri birçok sanatçı tarafından bestelenmiş bir şair olmasının yanında, geleneksel Türk şiirinden beslenmiş, ölçüyle yazdığı şiirlerde başarılı örnekleri edebiyatımıza kazandırmıştır. Ya Evde Yoksan şiiri de bestelenen ve dillerde lezzetli bir tat bırakan şiirdir. Peki, bu şiir hikâyesi nedir? Cemal Safi, yağmurun delice yağdığı bir akşam dışarıya göz atar ve o anda etrafını meraklı gözlerle takip eden bir adam görür. Adamın ağzından Tunç Apartmanı kelimesini dudaklarını okuyarak anlar fakat elinden bir şey gelmez. Adam çevredeki apartmanlara bakar devamında Cemal Safi’ye bakar. Adeta yardım istemektedir. Safi o anda ağlamaya başlar ve adamın sevdiği kadını aradığını düşünür ama ya kadın evde yoksa? Kılık kıyafeti hayli pejmürde olan adam bir süre sonra ortalıktan kaybolur fakat şairin gördüğü manzara belleğinde uzun süre yer edecektir. O gecenin akşamında şiirine başlayan Safi, sabahlara kadar uğraşarak bu şiirini tamamlar. Şiirde güçlü gözlem yeteneği ve kuvvetli hisleriyle arayışın içinde olan bir insanın durumu anlatılmaktadır.

10. Mona Roza Şiirinin Öyküsü

Türk Edebiyatında İz Bırakmış Şiirlerin Hikâyeleri

Mona Roza şiiri, Türk edebiyatında sevilen önemli şiirlerden birisidir. Mistik anlayışı ve İkinci Yeni şiirinden bildiğimiz Sezai Karakoç’un bu şiirde bahsettiği aşk hikâyesi, üniversite yıllarına dayanmaktadır. Muazzez adında bir kadından hoşlanan Karakoç, bu aşk hikâyesinde aslında tek değildir. Muazzez Akkaya’yı seven birisi daha vardır: Cemal Süreya. Cemal Süreya, Muazzez hanımın ceplerine şiirler yazıp koyan bir şairdir. Muazzez hanım, Sezai Karakoç ondan birkaç yaş küçük olduğu için bu aşk hikâyesinden uzak durmak zorunda kalmıştır. Karakoç ise yazdığı şiirleri sadece ona vermek ve ona okumak istemiştir. Ancak reddediliş ile birlikte tarifsiz bir hüzün yaşayan şair duygularını bu şiire taşımıştır. Şiir teknik kısmında ise sevdiği kadının ismini zikretmek için her dörtlüğün ilk harflerini birleştirmiştir ve şairin imkânsız aşkı Muazzez ortaya çıkmıştır.

Mobil sürümden çık